Kuzey Kıbrıs’a giderken bu ülkenin tarihine ismini altın harflerle yazmış ünlü kişileriyle alakalı çok duymuştum. Yaptıkları çalışmalar geçtiğimiz dönemin aynasından daha net gözüken bu insanlarla alakalı internet sitelerinden, edebi, bilimsel, tarihsel kaynaklardan belli bilgiler edinmiştim. Beni özellikle bir konu daha fazla düşündürmekteydi. Bu ülkenin istiklali için çalışan, ona özgür ruhlarını sunan insanlar sadece ölümün gözüne dik bakmasını bilen insanlar olmamışlardı, aynı zamanda ölümün elinden tutarak onunla beraber adımlamak gücünü kendisinde bulan kişiler olduklarını kanıtlamışlardır. Onlar göğüslerinde öyle bir yürek taşıdılar ki, bu yürek Vatanlarına karşı gelen tüm dünyayla savaşabilirdi. Onlar Vatanlarına karşı atılan kurşunların kalplerine saplanmasına bile razıydılar. Doktor Fazıl Küçük, Kuzey Kıbrıs’ın istiklaliyle beraber anılan bu büyük insan da böyle şahsiyetlerden birisi olmuştur. Kuzey Kıbrıs’tayken düşünüyordum: bu kahramanlar kurdukları memleketin bağrında, onun koynunda biten ağacın her yaprağında, denizinin, nehrinin her damlasında, çiçeğinin her taçyaprağında, her yudum havasında yaşamaktadırlar.
Dünyada çok anıtlarla karşılaşmışımdır. Her birisinde de kendineözgü bir yan, olagandışı, harmoni mevcuttu, bazılarındaysa hiç birşeyle aklımda kalmayan taş bakışlar gördüm. Fazıl Küçük’ün Alsancak’taki anıtıysa sanki kendi ruhuyla beraber göçedip te kalbimde yaşıyor onu gördüğüm andan itibaren... Bu olaganüstü anıt sanki doğayla, havayla, toprakla karışarak, seninle irtibara hazır olan bir canlıymış gibi karşında duruyor öylece. Fazıl Küçük’ün bu “canlı anıtı” halkın kendi kahramanına olan sevgisinin anlatımı olarak karşımıza çıkmaktadır.
Fazıl Küçük halkın bünyesinden doğan, onun ruhunu tüm varlığında taşımasını bilen bir kahramandır. O, yaşamın zor yollarında yoğrulmuş, halkına gerekli olduğu zamanlarda hep onun yanında olmuştur. O, doğal olarak yüksek eğitim gördüğü Avrupa ülkelerinde yaşaya, şatafatlı bir yaşama sahip olabilirdi. Ama büyüdüğü aile ortamı, ahlakı, tefekkürünün oluşumunu sağlayan toplum Fazıl’ı kendi öz milletine, onun ruhuna kavuşturmuştu, ait olduğu halkının ruhu onu heran kendisine çekiyordu. Memleketinin, milletinin istiklali uğrunda mücadele etmek onun da kaderinde vardı.
Lefkoşa: milli mücadelenin başkenti
Ailesinin Mustafa Fazıl ismini verdiği Fazıl Küçük 14 Mart 1906 tarihinde Lefkoşa şehrinin Ortaköy köyünde, eski bir evde doğdu. Babası çiftçi ve aynı zamanda nalburdu. Lefkoşa öyle bir şehirdir ki, kader onu ikiye parçalayacak ve gün gelecek ki, bu canından bir can olan şehriyle beraber Fazıl’ın da kalbi paramparça olacak, yurdunun istiklali yolunda savaşacaktı. Bu şehri ikiye ayıran tel örgüler aslıına bakılırsa Kıbrıs adasını ikiye ayırmış olan bir sınırdır. Lefkoşa’nın içinde “Eskişehir” diye bilinen başka bir şehir de bulunmaktadır. Kale duvarlarının çevresinde bulunan bu şehir Kıbrıs’ın Las Vegas’ı olarak nitelendirilen Lefkoşa’nın merkezinde gizemli, sırlı bir adayı anımsatıyor. Aslına bakılırsa “Eskişehir”’den de bakınca çağdaş Lefkoşa parlak ışıklarıyla kocaman bir ateşe benziyor. “Eskişehir”’e üç kapıdan girmek mümkün. Onlardan en ünlüsü Girne kapısıdır. Tarihin bizlere bıraktığı miraslardan birisi olan bu anıt önünde duraksayarak Fazıl Küçük’ün yaşadığı ömrü düşünüyorum uzun uzun. Onun doğup büyüdüğü bu topraklar, hemen hemen hergün önünden geçip gittiği bu tarihi anıtlar, mabetler bana aynı zamanda şimdi hakkında bahsedeceğim insanların, tarihi kahramanlar bu yerleri doyasıya seyrettiler diye ilginç geliyor. Onlar bana göre aynı zamanda şimdi anlatacağım tarihi olaylara tanık oldukları, üzerlerinde o tarihi olayların izlerini taşıdıkları için değerlidirler. Fazıl Küçük’ün milleti adına kalkıştığı mücadelenin merkezi konumunda olan bu şehirle tanıştıktan sonra tekrar kahramanımızın hayatına ve mücadele yoluna dikkat edecek, onun şerefli misyonunu sayfa sayfa okurlara sunacağız.
Peki, Fazıl Küçük kimdi?
Fazıl Küçük Mehmet Hüseyn Küçük Beyin, Pembe hanımım ailesinde doğdu. Ama memleketin liderine dönüşmüş Fazıl hakkında Kıbrıs’ın yüreğinden, kalbinden doğmuştu söylemek daha doğru olurdu aslına bakılırsa. Bu ailenin Ahmet, Süreyya, Salih, Hüseyn, Akile ve Ali isimli evlatları arasında Fazıl ikinci evladıydı ailenin. Gelecekte halkının lideri seviyesine yükselecek olan Fazıl 6-7 yaşlarından babasına çiftlikte yardım ediyor, ailenin “ekmek teknesi” olarak bilinen hayvanlarını güdüyordu. Lefkoşa’nın küçücük bir köşesinde, fakir bir çiftçinin tarlasında, masmavi semanın altında, Akdeniz’in ayna sularının kıyısında büyüyordu halkının gelecek lideri Fazıl Küçük .
Fazıl Küçük İstanbul’da, Paris’te, İsviçre’nin Lozanna Üniversitesi’nde Tıp eğitimi gördü. Onun eğitim gördüğü ve mezun olduğu yıllar Türkiye’nin, Kıbrıs’ın öyle bir dönemine denk gelmişti ki, ülkede tüm alanlarda olduğu gibi tıp alanında da yüksek eğitimli uzmanlara ciddi anlamda ihtiyaç duyulmaktaydı. Fazıl bey eğitim alarak memleketine dönüyor ve bu zorunlu ihtiyacı kismen de olsa ödemek için çaba harcıyor. Kıbrıs’ta ginekolog doktorlar bulunmadığı için kadınlar doğumu evde yapıyor, eğitimsiz “doktorlarin” yardımına muhtaç oluyorlardı. Fazıl Küçük bu ciddi sorunu ortadan kaldırmak için bu alanda kadın uzmanların hazırlanması için uğraşıyordu. Lefkoşa’nın Girne Caddesi’nde kiraladığı bir evde İsviçre’den getirmiş olduğu tibbi araçlarla doktorlukla uğraşan Fazıl bey burada haftanın cuma günleri sadece fakirleri, kimsesizleri ücretsiz olarak muayene ediyordu.
Cuma gününü seçmesininse özel bir nedeni vardı:o gün ülkenin köylerinde oturan halk alışveriş ve diğer amaçlarla ilgili şehre geliyorlardı. Doktor Fazıl onları muayene ediyor, ilaç almak için parası olmayan hastalara ilaç veriyor, hatta kimi zaman maddi yardım dahi ediyordu.
O, bir doktor, aynı zamanda politikacı olarak kendi halkının sorunlarını gayet iyi biliyordu. Avrupa’da gördüğü eğitim, tanıştığı politik ve toplumsal çevre, gözlemlediği insanların yaşam biçimi, arzuları, istekleri Fazıl’ı hep düşündürüyordu. O, açıkça anlıyordu ki, devletlerin gelişiminin temelinde insanların eğitimi ve onların ruhsal manevi özgürlüğü duruyor. Eğitimin kalitesi yükseldikce cehalet ortadan kalkıyor, insanlar manevi yükselişe ulaşıyor, böylece toplum da gelişmiş oluyor. Avrupa’da eğitim gördüğü çevre onun politik bakışlarını da kuşkusuz etkilemiştir. Bilindiği üzere, geleceğin lideri politik çalışmalarına da 30’lu yılların başlarında İsviçre’de öğrenciyken başlıyor. Gazetelerde yayınladığı köşeyazılarında ülkesinin eğitiminin İngilizlerce yönetilmesine itiraz ediyor. Makalelerinde eğitimin milletin maneviyatnı, kimliğini oluşturan, onu düşünce açısından geliştiren en önemli bir araç olduğunu, böyle önemli bir konunun da yabancıların yönetimine verilmesinin doğru olmadığını vurguluyor. Bu eninde sonunda milletin tefekküründe olumsuz etkiler bırakacaktır. Fazıl Küçüğ’ün ilk köşeyazıları “Söz” gazetesinde yayınlanmıştır. Şunu söyleyebiliriz ki, onun gelecekteki politik çalışmalarının temeli gazetecilik alanında atılmış, toplumsal, politik bakışları, milletinin geleceğiyle alakalı düşünceleri bir gazetecinin düşünceleri olarak doğmuştur. O, çok iyi anlıyordu ki, medya insanların düşüncelerini aydınlatmak, onlara kılavuzluk etmek açısından oldukça önemli bir yere sahiptir. 1942 yılında Kıbrıs’taki İngiliz müstemleke iktidarına gazete yayınlamak için yaptığı başvurunun da nedeni buydu. Fazıl bey 14 Mart 1942 tarihinde genel yayın yönetmeni olduğu “Halkın sesi” gazetesini yayınlamağa başlıyor böylece. O, “Söz” gazetesinde gazeteci olarak sergilediği tutumu burda da sürdürüyor. Gazete “Halk’ın sesi Hakk’ın sesi ve Halk’ın dilidir” sloganıyla okurlarının karşısına çıkıyordu. Fazıl bey eğitim, sosyal alanlara üstünlük veriyor, yazılarında halkının haklarını savunuyor, müstemleke iktidarının halka karşı tutumunu cesaretle eleştiriyordu. O, bir doktor olarak halkının fiziksel açıdan sağlığı konusunda çaba harcadığı gibi, bir gazeteci olarak ta manevi sağlık, kalplerde milli özgürlük, geleceğe güven, sağlam düşünce, manevi değerlere saygı, geçmişe sevgi tohumu yeşertiyordu. Müstemleke iktidarının denetimi ve baskıları altında bunları yapmak oldukça zordu. Fazıl bey yazılarında Türk okullarında ders anlatmak için Türkiye’den öğretmenler getirilmesini ısrarla istiyordu. Milletin geleceği olan çocukların eğitimi için bu Türk milletinden olan öğretmenler görevlendirilsin. Bunun milletin manevi sağlığı açısından önemini çok iyi anlıyordu Fazıl Küçük . O, aynı zamanda Türklerin Rumlarla beraber stratejik devlet yapılarında beraber çalışması talebini de müstemleke iktidarı karşısında hep kaldırıyordu.
Fazıl Küçük aktif politikaya 21 mart 1943 yılında katıldı. O gün o, Lefkoşa Belediye Meclisi üyeliğini kazanıyor ve 6 yıl boyunca bu görevde halkının haklarının korunması yönünde ciddi anlamda çalışmalar gerçekleştiriyor. Fazıl beyi düşündüren en önemli konu Rumların siyasal açıdan örgütlenmesi, İngilizlerle biraraya gelip Türklere karşı çeşitli planlar hazırlamalarıydı. Bu planların başında Türklerin Ada’dan sıkıştırılıp çıkarılması duruyordu. Bunu önlemek için Fazıl bey kendi düşüncesinde olan millet fedaileriyle beraber yollar arıyordu. 18 Nisan 1943 yılında o, Kıbrıs Türk Azlığı Teşkilatı’nın kurucularından birisi olarak aynı örgütün faaliyetine katılıyor. Bir sene sonraysa bu örgütten ayrılarak Kıbrıs Milli Türk Halk Partisi’ni oluşturuyor ve onun başında bulunuyor. Fazıl beyin bu partiyi kurmakta en önemli amacı ENOSİS planına karşı Türk halkının mukavemetini, manevi hazırlık seviyesini, direnişini güçlendirmekti. Rumlar gittikçe hareketlerini iyice genişletiyor, açık açık hareket ediyorlardı. 1955 yılında Fazıl bey partisinin ismini değiştiriyor ve onu Kıbrıs Türktür Partisi diye isimlendiriyor. Doktor Fazıl Küçük bununla milletini mücadeleye sesliyor, ona milli kimiğini anlatıyor, yürüttüğü mücadelenin gerçekliğine onu inandırıyordu. Sırf bu güven sebebinden de Fazıl beyin ülküsü etrafında birleşenler, bu ülkünün peşinden gidenlerin sayısı gün geçtikçe artıyordu. O, insanların karşısında hakikatleri açıyordı: Bakın, - diyordu, Rumlar EOKA’yı yarattılar. Bu örgütün amacı Kıbrıs’ı silah gücüne bile olsa Yunanistan’a birleştirmektir. Bizim buna karşı dayanmak için hem manevi, hem de fiziki anlamda gücümüz olmalıdır – diye, Fazıl Küçük sesini yükseklerden insanlara duyuruyordu. Onun Kıbrıs Türk Mükavemet Birliği, “Volkan”, peşindense Türk Mükavemet Teşkilatı’nı da oluşturması bu arzudan ve amaçtan doğmuştu.
Doktor Fazıl Küçüğ’ün ve onun çevresindeki Vatansever, milletsever insanların politik çalışmalarının sonucu olarak İngiltere müstemleke iktidarının adada gerçekleştirdiği müstemleke politikasına ragmen, Kıbrıs’ta Türk halkına karşı yıllardır süregelen “Müslüman cemaati” yavaş yavaş ortadan kaldırılıyor, dünya onları Kıbrıs’ın Türk halkı olarak kabul ediyordu. Fazıl bey oldukca zorlu, İngiliz baskıları altında Anavatan Türkiye’nin devlet kurumlarıyla sıkı temas kuruyor, onların dikkatini Kıbrıs’a, onun sorunlarına yöneltiyordu. O, tüm Türkiye’yı dolaşıyor, gittiği her ilde herkese Kıbrıs’ta yaşayan Türklerin acılarını anlatıyor, Türk devlet yetkililerine Kıbrıs’a en kısa sürede sahip çıkmanın, Kıbrıs konusunu “Milli Dava” olarak kabul etmenin önemini anlatıyordu. Fazıl Küçük adalet prensipleri üzerinde milli özgürlük mücadelesi veriyordu. O, ezilen, öldürülen milletine özgür ve güvenilir yaşam istiyordu. O, milletinin onbinlerce evladının kanı bahasına özgürlüğüne, bağımsızlığına kavuşmuş toprağı için adalet, hakk istiyordu. Rumlar da kendi çalışmalarını yürütüyorlardı. Bir yandan adanın Türk sakinlerine karşı soykırım uyguluyor, diğer yandan dünyada özlerine yandaşlar bularak sahte iddialarıyla sütten çıkmış ak kaşık olduklarını kanıtlamak istiyorlardı. Biz artık Kıbrısda 1960’ta kurulan cumhuriyet, “Kanlı Noel” ve diger olaylardan bahsettik sanırım. Bir konuya değinmeği gerekli sayıyorum. 1963 yılının “Kanlı Noel” olayları sırasında onbinlerle Türk kendi öz yurtlarından ayrılmak zorunda kaldılar. Fazıl beyin örgütlemesiyle insanlar güvenli mekanlara yerleştiriliyor, onlara zaruri eşyalar, ilaç ve diğer tıbbi gereksinimler dağıtılıyordu. O, göçmenlerin tüm sorunlarıyla birebir ilgileniyordu. Fazıl bey Lefkoşa bölgesinde ailesine ait arsaları bile göçmenlere armagan etti. O, yüreği, kalbi, ruhuyla milletinin yanında oldu kanlı olaylar sırasında.
Yüreğinde taşıdı herkesin problemini, derdini, acısını Fazıl bey. Kanlı yılların anıtı olan Alsancak’taki Şehitik yarım asır bundan önce başvermiş hadiseleri sanki tüm varlığıyla dünyaya haykırmada. Burda her mezar bir insanın, mezarlıksa bir halkın trajedi tarihini haykırıyor.Kendi bağımsızlığını, hakkını talep eden, milleti için mücadele eden insanlar için kurulmuş ebedi sevgi, korkmazlık, kahramanlık yapısıdır Alsancak’taki Şehidlik! Biz burayı yüreğimiz burkularak ziyaret ettik. Şehitliğe götüren yol Rumların Türklere karşı uyguladıkları soykırım zamanı kullandıkları zırhlı araçların önünden geçiyor. Düşünmesi bile zordur ki, bu silahlar 55 sene önce suçsuz, silahsız insanlara, onların hak ve özgürlük taleplerine karşı kullanılmış. Akdeniz’in enginliklerine boylanan, ordan esen rüzgarlardan dalgalanan Kıbrıs çiçeklerine benziyor Alsancak’taki Şehitik. Kuzey Kıbrıs’a gelen herkes Şehitliğ’i ziyaret ediyor, burada uyuyanlar karşısında baş eğerek, onlara karşı olan saygısını vurguluyor. Bu mekan Şehitik olmakla beraber, 1950-70’lı yıllar Kıbrıs olaylarını karakterize eden açık sema altında bulunan bir müzedir. Burda her anı o yılların acı hatırasını gözler önüne seriyor, saklanmak, üzeri kapatılmak istenen tarihe aydınlık getiriyor.
70’li yıllarda Türkiye’nin Başbakanı olmuş Bülent Ecevit’in düşüncelerine dikkat edelim. O, 20 Temmuz sabahı radyoyla halka çağrısında şöyle diyordu: “Türk silahlı birlikleri Kıbrıs üzerine harekete geçiyor. Milletimize ve insanlığa hayırlı, uğurlu olsun. Biz bununla insanlığa ve barışa büyük hizmet edeceğimize inanıyoruz. Askerlerimize ateş açılmaz ve kanlı mücadeleler yaşanmaz diye düşünüyorum. Biz aslına bakılırsa savaş için değil, barış için, sadece Türkler için değil, Rumlar için de barış getirmek için adaya gidiyoruz.” Kıbrıs Türk Yönetimi Başkanı Rauf Denktaşsa 20 Temmuz olayını şöyle karakerize ediyordu: “Kurtuluş günümüz gelmiştir. Bir asırlik hasretimize son veriliyor. Türk ordusu Kıbrıs’a çıkmıştır. Bağımsızlığımızın ortak kurucusu olan Rum halkına karşı çıkmayınız. Bu hareket Rum halkına karşı değil, Cunta’ya karşıdır. Rahatlık içinde evinizde bekleyiniz. Bu günleri bize nasip eden Tanrı’ya dua ediniz.”
Fazıl Küçükle alakalı bu satırları yazarken onu halkının bağımsızlığı uğrunda mücadele veren hangi kahramana benzeteyim diye uzun uzun düşünürdüm. Ama hiçkimseye benzetemedim Fazıl bey’i. Yüreğimden sadece bir söz geçti, onu da yazayım: Halkının kalp atışlarında yaşıyor Fazıl bey. Bir de onu Kıbrıs adasında biten Adaçiçeğine benzettim hep. Yaprakları herdaim yemyeşil olan bu sarılı, beyazlı çiçek kendi başdöndürücü kokusuyla insanların aklını oynatıyor, doğaya güzellik katıyor. O, sanki birer Güneş misali hergün yeniden doğmak için batıyor ve bir gün sonra tekrar nuruyla Doğa’yı selamlıyor. Adaçiçeği’ne birkez baktın mı, onu asla unutamazsın. O, kalplerde, gönüllerde yaşıyor.
Büyükağa MİKAYILLI
Dünyada çok anıtlarla karşılaşmışımdır. Her birisinde de kendineözgü bir yan, olagandışı, harmoni mevcuttu, bazılarındaysa hiç birşeyle aklımda kalmayan taş bakışlar gördüm. Fazıl Küçük’ün Alsancak’taki anıtıysa sanki kendi ruhuyla beraber göçedip te kalbimde yaşıyor onu gördüğüm andan itibaren... Bu olaganüstü anıt sanki doğayla, havayla, toprakla karışarak, seninle irtibara hazır olan bir canlıymış gibi karşında duruyor öylece. Fazıl Küçük’ün bu “canlı anıtı” halkın kendi kahramanına olan sevgisinin anlatımı olarak karşımıza çıkmaktadır.
Fazıl Küçük halkın bünyesinden doğan, onun ruhunu tüm varlığında taşımasını bilen bir kahramandır. O, yaşamın zor yollarında yoğrulmuş, halkına gerekli olduğu zamanlarda hep onun yanında olmuştur. O, doğal olarak yüksek eğitim gördüğü Avrupa ülkelerinde yaşaya, şatafatlı bir yaşama sahip olabilirdi. Ama büyüdüğü aile ortamı, ahlakı, tefekkürünün oluşumunu sağlayan toplum Fazıl’ı kendi öz milletine, onun ruhuna kavuşturmuştu, ait olduğu halkının ruhu onu heran kendisine çekiyordu. Memleketinin, milletinin istiklali uğrunda mücadele etmek onun da kaderinde vardı.
Lefkoşa: milli mücadelenin başkenti
Ailesinin Mustafa Fazıl ismini verdiği Fazıl Küçük 14 Mart 1906 tarihinde Lefkoşa şehrinin Ortaköy köyünde, eski bir evde doğdu. Babası çiftçi ve aynı zamanda nalburdu. Lefkoşa öyle bir şehirdir ki, kader onu ikiye parçalayacak ve gün gelecek ki, bu canından bir can olan şehriyle beraber Fazıl’ın da kalbi paramparça olacak, yurdunun istiklali yolunda savaşacaktı. Bu şehri ikiye ayıran tel örgüler aslıına bakılırsa Kıbrıs adasını ikiye ayırmış olan bir sınırdır. Lefkoşa’nın içinde “Eskişehir” diye bilinen başka bir şehir de bulunmaktadır. Kale duvarlarının çevresinde bulunan bu şehir Kıbrıs’ın Las Vegas’ı olarak nitelendirilen Lefkoşa’nın merkezinde gizemli, sırlı bir adayı anımsatıyor. Aslına bakılırsa “Eskişehir”’den de bakınca çağdaş Lefkoşa parlak ışıklarıyla kocaman bir ateşe benziyor. “Eskişehir”’e üç kapıdan girmek mümkün. Onlardan en ünlüsü Girne kapısıdır. Tarihin bizlere bıraktığı miraslardan birisi olan bu anıt önünde duraksayarak Fazıl Küçük’ün yaşadığı ömrü düşünüyorum uzun uzun. Onun doğup büyüdüğü bu topraklar, hemen hemen hergün önünden geçip gittiği bu tarihi anıtlar, mabetler bana aynı zamanda şimdi hakkında bahsedeceğim insanların, tarihi kahramanlar bu yerleri doyasıya seyrettiler diye ilginç geliyor. Onlar bana göre aynı zamanda şimdi anlatacağım tarihi olaylara tanık oldukları, üzerlerinde o tarihi olayların izlerini taşıdıkları için değerlidirler. Fazıl Küçük’ün milleti adına kalkıştığı mücadelenin merkezi konumunda olan bu şehirle tanıştıktan sonra tekrar kahramanımızın hayatına ve mücadele yoluna dikkat edecek, onun şerefli misyonunu sayfa sayfa okurlara sunacağız.
Peki, Fazıl Küçük kimdi?
Fazıl Küçük Mehmet Hüseyn Küçük Beyin, Pembe hanımım ailesinde doğdu. Ama memleketin liderine dönüşmüş Fazıl hakkında Kıbrıs’ın yüreğinden, kalbinden doğmuştu söylemek daha doğru olurdu aslına bakılırsa. Bu ailenin Ahmet, Süreyya, Salih, Hüseyn, Akile ve Ali isimli evlatları arasında Fazıl ikinci evladıydı ailenin. Gelecekte halkının lideri seviyesine yükselecek olan Fazıl 6-7 yaşlarından babasına çiftlikte yardım ediyor, ailenin “ekmek teknesi” olarak bilinen hayvanlarını güdüyordu. Lefkoşa’nın küçücük bir köşesinde, fakir bir çiftçinin tarlasında, masmavi semanın altında, Akdeniz’in ayna sularının kıyısında büyüyordu halkının gelecek lideri Fazıl Küçük .
Fazıl Küçük İstanbul’da, Paris’te, İsviçre’nin Lozanna Üniversitesi’nde Tıp eğitimi gördü. Onun eğitim gördüğü ve mezun olduğu yıllar Türkiye’nin, Kıbrıs’ın öyle bir dönemine denk gelmişti ki, ülkede tüm alanlarda olduğu gibi tıp alanında da yüksek eğitimli uzmanlara ciddi anlamda ihtiyaç duyulmaktaydı. Fazıl bey eğitim alarak memleketine dönüyor ve bu zorunlu ihtiyacı kismen de olsa ödemek için çaba harcıyor. Kıbrıs’ta ginekolog doktorlar bulunmadığı için kadınlar doğumu evde yapıyor, eğitimsiz “doktorlarin” yardımına muhtaç oluyorlardı. Fazıl Küçük bu ciddi sorunu ortadan kaldırmak için bu alanda kadın uzmanların hazırlanması için uğraşıyordu. Lefkoşa’nın Girne Caddesi’nde kiraladığı bir evde İsviçre’den getirmiş olduğu tibbi araçlarla doktorlukla uğraşan Fazıl bey burada haftanın cuma günleri sadece fakirleri, kimsesizleri ücretsiz olarak muayene ediyordu.
Cuma gününü seçmesininse özel bir nedeni vardı:o gün ülkenin köylerinde oturan halk alışveriş ve diğer amaçlarla ilgili şehre geliyorlardı. Doktor Fazıl onları muayene ediyor, ilaç almak için parası olmayan hastalara ilaç veriyor, hatta kimi zaman maddi yardım dahi ediyordu.
O, bir doktor, aynı zamanda politikacı olarak kendi halkının sorunlarını gayet iyi biliyordu. Avrupa’da gördüğü eğitim, tanıştığı politik ve toplumsal çevre, gözlemlediği insanların yaşam biçimi, arzuları, istekleri Fazıl’ı hep düşündürüyordu. O, açıkça anlıyordu ki, devletlerin gelişiminin temelinde insanların eğitimi ve onların ruhsal manevi özgürlüğü duruyor. Eğitimin kalitesi yükseldikce cehalet ortadan kalkıyor, insanlar manevi yükselişe ulaşıyor, böylece toplum da gelişmiş oluyor. Avrupa’da eğitim gördüğü çevre onun politik bakışlarını da kuşkusuz etkilemiştir. Bilindiği üzere, geleceğin lideri politik çalışmalarına da 30’lu yılların başlarında İsviçre’de öğrenciyken başlıyor. Gazetelerde yayınladığı köşeyazılarında ülkesinin eğitiminin İngilizlerce yönetilmesine itiraz ediyor. Makalelerinde eğitimin milletin maneviyatnı, kimliğini oluşturan, onu düşünce açısından geliştiren en önemli bir araç olduğunu, böyle önemli bir konunun da yabancıların yönetimine verilmesinin doğru olmadığını vurguluyor. Bu eninde sonunda milletin tefekküründe olumsuz etkiler bırakacaktır. Fazıl Küçüğ’ün ilk köşeyazıları “Söz” gazetesinde yayınlanmıştır. Şunu söyleyebiliriz ki, onun gelecekteki politik çalışmalarının temeli gazetecilik alanında atılmış, toplumsal, politik bakışları, milletinin geleceğiyle alakalı düşünceleri bir gazetecinin düşünceleri olarak doğmuştur. O, çok iyi anlıyordu ki, medya insanların düşüncelerini aydınlatmak, onlara kılavuzluk etmek açısından oldukça önemli bir yere sahiptir. 1942 yılında Kıbrıs’taki İngiliz müstemleke iktidarına gazete yayınlamak için yaptığı başvurunun da nedeni buydu. Fazıl bey 14 Mart 1942 tarihinde genel yayın yönetmeni olduğu “Halkın sesi” gazetesini yayınlamağa başlıyor böylece. O, “Söz” gazetesinde gazeteci olarak sergilediği tutumu burda da sürdürüyor. Gazete “Halk’ın sesi Hakk’ın sesi ve Halk’ın dilidir” sloganıyla okurlarının karşısına çıkıyordu. Fazıl bey eğitim, sosyal alanlara üstünlük veriyor, yazılarında halkının haklarını savunuyor, müstemleke iktidarının halka karşı tutumunu cesaretle eleştiriyordu. O, bir doktor olarak halkının fiziksel açıdan sağlığı konusunda çaba harcadığı gibi, bir gazeteci olarak ta manevi sağlık, kalplerde milli özgürlük, geleceğe güven, sağlam düşünce, manevi değerlere saygı, geçmişe sevgi tohumu yeşertiyordu. Müstemleke iktidarının denetimi ve baskıları altında bunları yapmak oldukça zordu. Fazıl bey yazılarında Türk okullarında ders anlatmak için Türkiye’den öğretmenler getirilmesini ısrarla istiyordu. Milletin geleceği olan çocukların eğitimi için bu Türk milletinden olan öğretmenler görevlendirilsin. Bunun milletin manevi sağlığı açısından önemini çok iyi anlıyordu Fazıl Küçük . O, aynı zamanda Türklerin Rumlarla beraber stratejik devlet yapılarında beraber çalışması talebini de müstemleke iktidarı karşısında hep kaldırıyordu.
Fazıl Küçük aktif politikaya 21 mart 1943 yılında katıldı. O gün o, Lefkoşa Belediye Meclisi üyeliğini kazanıyor ve 6 yıl boyunca bu görevde halkının haklarının korunması yönünde ciddi anlamda çalışmalar gerçekleştiriyor. Fazıl beyi düşündüren en önemli konu Rumların siyasal açıdan örgütlenmesi, İngilizlerle biraraya gelip Türklere karşı çeşitli planlar hazırlamalarıydı. Bu planların başında Türklerin Ada’dan sıkıştırılıp çıkarılması duruyordu. Bunu önlemek için Fazıl bey kendi düşüncesinde olan millet fedaileriyle beraber yollar arıyordu. 18 Nisan 1943 yılında o, Kıbrıs Türk Azlığı Teşkilatı’nın kurucularından birisi olarak aynı örgütün faaliyetine katılıyor. Bir sene sonraysa bu örgütten ayrılarak Kıbrıs Milli Türk Halk Partisi’ni oluşturuyor ve onun başında bulunuyor. Fazıl beyin bu partiyi kurmakta en önemli amacı ENOSİS planına karşı Türk halkının mukavemetini, manevi hazırlık seviyesini, direnişini güçlendirmekti. Rumlar gittikçe hareketlerini iyice genişletiyor, açık açık hareket ediyorlardı. 1955 yılında Fazıl bey partisinin ismini değiştiriyor ve onu Kıbrıs Türktür Partisi diye isimlendiriyor. Doktor Fazıl Küçük bununla milletini mücadeleye sesliyor, ona milli kimiğini anlatıyor, yürüttüğü mücadelenin gerçekliğine onu inandırıyordu. Sırf bu güven sebebinden de Fazıl beyin ülküsü etrafında birleşenler, bu ülkünün peşinden gidenlerin sayısı gün geçtikçe artıyordu. O, insanların karşısında hakikatleri açıyordı: Bakın, - diyordu, Rumlar EOKA’yı yarattılar. Bu örgütün amacı Kıbrıs’ı silah gücüne bile olsa Yunanistan’a birleştirmektir. Bizim buna karşı dayanmak için hem manevi, hem de fiziki anlamda gücümüz olmalıdır – diye, Fazıl Küçük sesini yükseklerden insanlara duyuruyordu. Onun Kıbrıs Türk Mükavemet Birliği, “Volkan”, peşindense Türk Mükavemet Teşkilatı’nı da oluşturması bu arzudan ve amaçtan doğmuştu.
Doktor Fazıl Küçüğ’ün ve onun çevresindeki Vatansever, milletsever insanların politik çalışmalarının sonucu olarak İngiltere müstemleke iktidarının adada gerçekleştirdiği müstemleke politikasına ragmen, Kıbrıs’ta Türk halkına karşı yıllardır süregelen “Müslüman cemaati” yavaş yavaş ortadan kaldırılıyor, dünya onları Kıbrıs’ın Türk halkı olarak kabul ediyordu. Fazıl bey oldukca zorlu, İngiliz baskıları altında Anavatan Türkiye’nin devlet kurumlarıyla sıkı temas kuruyor, onların dikkatini Kıbrıs’a, onun sorunlarına yöneltiyordu. O, tüm Türkiye’yı dolaşıyor, gittiği her ilde herkese Kıbrıs’ta yaşayan Türklerin acılarını anlatıyor, Türk devlet yetkililerine Kıbrıs’a en kısa sürede sahip çıkmanın, Kıbrıs konusunu “Milli Dava” olarak kabul etmenin önemini anlatıyordu. Fazıl Küçük adalet prensipleri üzerinde milli özgürlük mücadelesi veriyordu. O, ezilen, öldürülen milletine özgür ve güvenilir yaşam istiyordu. O, milletinin onbinlerce evladının kanı bahasına özgürlüğüne, bağımsızlığına kavuşmuş toprağı için adalet, hakk istiyordu. Rumlar da kendi çalışmalarını yürütüyorlardı. Bir yandan adanın Türk sakinlerine karşı soykırım uyguluyor, diğer yandan dünyada özlerine yandaşlar bularak sahte iddialarıyla sütten çıkmış ak kaşık olduklarını kanıtlamak istiyorlardı. Biz artık Kıbrısda 1960’ta kurulan cumhuriyet, “Kanlı Noel” ve diger olaylardan bahsettik sanırım. Bir konuya değinmeği gerekli sayıyorum. 1963 yılının “Kanlı Noel” olayları sırasında onbinlerle Türk kendi öz yurtlarından ayrılmak zorunda kaldılar. Fazıl beyin örgütlemesiyle insanlar güvenli mekanlara yerleştiriliyor, onlara zaruri eşyalar, ilaç ve diğer tıbbi gereksinimler dağıtılıyordu. O, göçmenlerin tüm sorunlarıyla birebir ilgileniyordu. Fazıl bey Lefkoşa bölgesinde ailesine ait arsaları bile göçmenlere armagan etti. O, yüreği, kalbi, ruhuyla milletinin yanında oldu kanlı olaylar sırasında.
Yüreğinde taşıdı herkesin problemini, derdini, acısını Fazıl bey. Kanlı yılların anıtı olan Alsancak’taki Şehitik yarım asır bundan önce başvermiş hadiseleri sanki tüm varlığıyla dünyaya haykırmada. Burda her mezar bir insanın, mezarlıksa bir halkın trajedi tarihini haykırıyor.Kendi bağımsızlığını, hakkını talep eden, milleti için mücadele eden insanlar için kurulmuş ebedi sevgi, korkmazlık, kahramanlık yapısıdır Alsancak’taki Şehidlik! Biz burayı yüreğimiz burkularak ziyaret ettik. Şehitliğe götüren yol Rumların Türklere karşı uyguladıkları soykırım zamanı kullandıkları zırhlı araçların önünden geçiyor. Düşünmesi bile zordur ki, bu silahlar 55 sene önce suçsuz, silahsız insanlara, onların hak ve özgürlük taleplerine karşı kullanılmış. Akdeniz’in enginliklerine boylanan, ordan esen rüzgarlardan dalgalanan Kıbrıs çiçeklerine benziyor Alsancak’taki Şehitik. Kuzey Kıbrıs’a gelen herkes Şehitliğ’i ziyaret ediyor, burada uyuyanlar karşısında baş eğerek, onlara karşı olan saygısını vurguluyor. Bu mekan Şehitik olmakla beraber, 1950-70’lı yıllar Kıbrıs olaylarını karakterize eden açık sema altında bulunan bir müzedir. Burda her anı o yılların acı hatırasını gözler önüne seriyor, saklanmak, üzeri kapatılmak istenen tarihe aydınlık getiriyor.
70’li yıllarda Türkiye’nin Başbakanı olmuş Bülent Ecevit’in düşüncelerine dikkat edelim. O, 20 Temmuz sabahı radyoyla halka çağrısında şöyle diyordu: “Türk silahlı birlikleri Kıbrıs üzerine harekete geçiyor. Milletimize ve insanlığa hayırlı, uğurlu olsun. Biz bununla insanlığa ve barışa büyük hizmet edeceğimize inanıyoruz. Askerlerimize ateş açılmaz ve kanlı mücadeleler yaşanmaz diye düşünüyorum. Biz aslına bakılırsa savaş için değil, barış için, sadece Türkler için değil, Rumlar için de barış getirmek için adaya gidiyoruz.” Kıbrıs Türk Yönetimi Başkanı Rauf Denktaşsa 20 Temmuz olayını şöyle karakerize ediyordu: “Kurtuluş günümüz gelmiştir. Bir asırlik hasretimize son veriliyor. Türk ordusu Kıbrıs’a çıkmıştır. Bağımsızlığımızın ortak kurucusu olan Rum halkına karşı çıkmayınız. Bu hareket Rum halkına karşı değil, Cunta’ya karşıdır. Rahatlık içinde evinizde bekleyiniz. Bu günleri bize nasip eden Tanrı’ya dua ediniz.”
Fazıl Küçükle alakalı bu satırları yazarken onu halkının bağımsızlığı uğrunda mücadele veren hangi kahramana benzeteyim diye uzun uzun düşünürdüm. Ama hiçkimseye benzetemedim Fazıl bey’i. Yüreğimden sadece bir söz geçti, onu da yazayım: Halkının kalp atışlarında yaşıyor Fazıl bey. Bir de onu Kıbrıs adasında biten Adaçiçeğine benzettim hep. Yaprakları herdaim yemyeşil olan bu sarılı, beyazlı çiçek kendi başdöndürücü kokusuyla insanların aklını oynatıyor, doğaya güzellik katıyor. O, sanki birer Güneş misali hergün yeniden doğmak için batıyor ve bir gün sonra tekrar nuruyla Doğa’yı selamlıyor. Adaçiçeği’ne birkez baktın mı, onu asla unutamazsın. O, kalplerde, gönüllerde yaşıyor.
Büyükağa MİKAYILLI